21 Haziran 2011 Salı

kişisel

Değişik bir dönemden geçiyorum. Özgür olduğum kadar tutsağımda aslında. Sürekli yapacak bir şeyler var. En son ne zaman kitabımıda alıpta bir sahil keyfi yaşadığımı, mısırlarımı patlatıp tv nin karşısında ayaklarımıda uzatarak tadını çıkara çıkara sevdiğim filmi izleyerek vakit geçirdiğimi haturlamıyorum. Yalnızlık zor iş, sürekli yapacak şeyler ardarda geliyor ve bi süre sonra yetişemiyorsun. Hele benim gibi işinizde evinize uzaksa vay haliniza. Bu durumda dinlenmek için sadece haftasonunuz kalıyor. Spora da giderseniz ev işinide araya sokarsanız gitti güzelim cumartesi. Pazar günüde o yorgunlukla evden dışarı çıkmak ne mümkün.

Elimde 1.000 sayfalık 2 ciltten oluşan bir kitap 2 aydır çantamda gidip geliyor benimle işe. Azmettim ama 1. cildi bitmek üzere :) Şimdi nasıl zamanın olmuyor diyorsunuz değilmi, bir günün bu kadar kısa olduğunu farketmemiştim şu ana kadar.

Sanırım bir rüyadayım. Evet evet bir rüyada olmalıyım. Uyansam yine herşey eskisi gibi olsa. Sadece işimi düşünsem, dans kursumu, gezmeyi, eğlenmeyi düşünsem. Ama ne mümkün. Çaresizlik elinden birşey gelmemesi bu olsa gerek...

Peki

İşte en tehlikeli kelime: Peki… Öyle bir söyleriz ki kavgada o küçücük kelimeyi, öyle anlamlar yükleriz ki üzerine, o an her şeyi bırakıp gitmek isteriz. Avına saldıran bir kaplan kadar hırçın ama bir o kadar da sessiz oluruz. “Peki” dedik, kavga bitti sandın di mi?? Yok öyle bir şey. “Peki” demiş kadın matador karşısındaki boğadan bile daha tehlikelidir. Kırmızıyı kendine göster ve at kendini dışarı. Geriye dönerken en sevdiği şeylerden almayı sakın unutma. Ama unutma bu seni affettirmez sadece sonunu biraz geciktirir o kadar...